Meryem Teymur

İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ 

Meryem Teymur

Merhaba sevgili okur…

Bugünkü konumuz insan haklarının tarihsel süreç içerisinde geçirmiş olduğu değişiklikler. 

İnsan hakları meselesi tarihin eski çağlarından beri farklı seviyelerde değer görmüş ve düzenlenmiştir. Hangi seviyede düzenlenmiş olursa olsun, hep insanlığın gündeminde kalmıştır. Tarım toplumlarında söz konusu olan, ‘’grup hakları’’ ydı. Siyasî rejimlerin din adamı ve aristokratlara dayandığı bu dönemlerde, siyasî iktidarı en fazla destekleyen grup en fazla hakka da sahip oluyordu. Modern çağın başlamasıyla birlikte, ‘’fert hakları’’nı savunan görüşler yaygınlaşmaya başladı. Sanayileşmenin hızlanıp üretimin artmasıyla beraber de insan hakları meselesi Haklar Bildirilerinde ve anayasalarda yer aldı. İnsan hakları, bireye, insan olarak sahip olduğu ortak değerlerin sömürü, baskı, şiddet, saldırı ve her türlü olumsuz dış etkiler karşısında korunmasını isteyebilmesi yetkisini verir, evrensel niteliklidir.

Bireyin hak ve hürriyetleri, kişiye sıkı bir şekilde bağlı olduğu için vazgeçilmez, devredilemez ve dokunulamaz niteliktedir. Bununla birlikte insanın ailesine, topluma ve insanlığa karşı görev ve sorumlulukları da vardır. 

İnsan hakları, kavram olarak II. Dünya Savaşını takiben Birleşmiş Milletler' in kuruluşuyla birlikte söylenmesine karşı, kökeni Doğal Hukuk Öğretisine dayanır. 

İnsan hakları mücadelesi köleliğe karşı mücadeleden, çevre hakkı için, zorunlu askerliği reddedenler  mücadelesine gelene dek aradan 2500 yıl geçmiştir. Bu süreç üç aşamada incelenmiştir;

İlk aşama; 17. ve 18. yy.da burjuvazinin aristokrasiye, feodaliteye karşı yaptığı devrimler, özgürlük ve eşitlik kavramlarının doğmasını sağladı. 17. yy. da ortaya çıkan “bireysel haklar” düşüncesi doğal hukuk ve toplumsal sözleşme fikirlerine dayanır. Toplumsal sözleşme varsayımı ile devlete bireylerin vazgeçilmez ve devredilmez hak ve özgürlüklerini koruma görevi verilmektedir. Devlet bu görevi yerine getirmezse sözleşmenin meşruluğu ortadan kalkar. O zaman halk direnme hakkını kullanır ve devlete itaat etmez. Bu dönemde gelişen hak ve özgürlükler, dönemin İngiliz, Amerikan, Fransız haklar bildirilerinde yer alarak hukuk düzenlerinin yapı taşları oldular.

“İnsan hakları” tarihinin en önemli duraklarından birisi de Fransa ve 1789 Devrimidir. Bu bildiri burjuva demokrasisinin temel ilkelerini ortaya koyan en önemli belgedir ve tüm dünyada etkileri dalga dalga yayılmıştır. Fransız Bildirisi’nin özelliği, İngiliz ve Amerikan Bildirileri gibi ulusal değil, evrensel nitelik taşımasıdır. Bildiri yalnızca Fransız yurttaşlarını değil, bütün insanlığı kapsayan bir özgürlük anlayışını getirmektedir. Bildirideki haklar, nerede ve ne zaman yaşarsa yaşasın, insanın sırf insan olmakla sahip olduğu haklardır.

İkinci aşama, 19. Yüzyılın ikinci yarısında sosyalist akımların da etkisiyle gelişen ekonomik, sosyal ve kültürel nitelikli hakların ortaya çıkışıdır. Bu aşamada, insanın özgür sayılması yeterli değildi; insan, pratikte de gerçekten özgür olmalıydı. Çalışma hakkı, eğitim hakkı, sağlık hakkı, sosyal güvenlik hakkı, sendikal özgürlükler, kültürel yaşama katılma hakkı bu kategoride yer alırlar. Böylece insan hakları kataloğunun sosyal haklarla genişlemesi, 20. Yüzyıl Anayasal belgelerinde sosyal hakların yer almasına neden olmuştur. Bu dönemde gelişen Marksizm, zamanın özgürlük anlayışını eleştirmiş, soyut ve biçimsel bulmuş, halk için yetersiz gelen bu özgürlük anlayışının değişmesi gerektiğini anlatmıştır. Bu nedenle devlete düşen yükümlülüklere değinmek gerekirse;

•Bireyin haklarından olan gösteri, eylem ve yürüyüş hakkını kullanmasına devletin saygı göstermesi 
 
• Devlet, insanları haklarının ihlal edilmesine karşı korumalıdır. Bunun için de öncelikle adil yargılanma ve eşitlik sağlanmalıdır.
 
• Bireyin haklarını kullanması için gerekli kaynakların Devlet tarafından bireye sağlanması ve temel ihtiyaçlarının karşılanması.
 
• Değişen dünya ile bireyin ihtiyaçları da değişmektedir. Bu kapsamda Devlet, bireyin vatandaşlık bilincinin gelişmesi için gerekli fırsat ve imkanları bireye sağlamalıdır.

Üçüncü aşama haklar, 20. Yüzyılın ikinci yarısında dayanışma hakları anayasalarda yer almaya başladı. Bu haklar insanın, yaşadığı çevreyle barışık; doğal, sosyal, ekonomik ve kültürel bütünlük içinde olması ve bu denge içinde varlığını devam ettirmesi gereğine inanan görüşe dayanmaktadır. 

Sonuç olarak ;

İnsan hakları tarihsel süreç içerisinde bir çok konuda ele alınmış ancak hala beklenen seviyeye ulaşmamıştır. Çünkü İnsan hakları bekleyerek kazanılacak haklar değildir. Siyasal güçler bazen insan hakları konusunda, karşılarında sessiz halk kitlelerini gördüklerinde, insanların haklarını vermeme yolunu seçebilirler. İşte bu noktada toplumsal hak mücadelesi sonucu haklar elde edilebilir. Yönetenlerin yönetilenleri düşünmediği ve her alanda toplumun haklarını kısıtlamaya yöneldiği, üstelik bunu yaparken toplumun yararını tamamen bir kenara ittiği ortamlarda ne insan haklarından ne de demokrasiden söz edilebilir.
 
İnsan hakları meselesi siyasî, hukukî ve kültürel olduğu kadar iktisadî bir imkân meselesidir. Çünkü herkese insan hakları vaat ediliyorsa ve bu anayasaya geçiriliyorsa, herkesin hakkının da belli ölçüde verilmesi gerekir. Aksi takdirde toplumda kaos ve anarşi ortaya çıkar.


Sosyal medya hesabı:

@meryem.teymur1

Kaynakça: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/369317
 

Yazarın Diğer Yazıları