Vedat Barga

PEKİ YA SONRA?

Vedat Barga

Kendimi birçok şey olarak, birçok zamanda ve birçok yerde hissediyorum. (Tarkovski’den aşırdım biraz.)
Dağılmış parçalarımı, dağılmış zamanda başka başka yerlerden toplamaya çalışmaktan yoruluyorum. Bilincim keskin, oldukça keskin, en çok da bana batıyor. (Ne büyük iddia.) Kendimi bütün dünyayı yürüyerek bitirecek kadar güçlü ve zinde hissetmeme rağmen uzandığım kanepeden kalkıp kapıyı kapatıp ışığı söndürmeye eriniyorum. Gündelik yaşamda oldukça derli toplu ve titiz oluşum zihnimde dağınıklık ve kirlilik olarak karşıma çıkıyor. Bu çelişkiden bedenim de zihnim de oldukça yoruluyor.

Birine/ bir şeye duyduğum ilgi bir yerden sonra onu bu ilgiye yetersiz bulmakla sona eriyor. Ama yine de onun o kişi / o şey olması için onun adına savaş veriyorum. Gördükçe, şahit oldukça söylenecek bir şey kalmadığı hissi hepiniz gibi bende de susmaya yol açıyor. Zaman geçtikçe artmıyor azalıyorum. Üst üste yığıldıkça eksikliklerim gözüme daha da görünür hale geliyor.

Peki yaşamak zorunda mıyız? Bilmek, görmek, duymak, hissetmek, tatmak, koklamak, bilince sahip olmak zorunda mıyız? Yüz yıllardır, bin yıllardır belki durmadan bir bilgi üretimi var. Hepsini bilmek zorunda kaldık. İşte bizim asıl büyük derdimiz bu. Modern çağ insanı olarak, her şeye hakim olma arzumuz sonumuzu getirecek büyük ihtimalle. Artık ihtimal olmaktan çıktı bence. Bir kesinlik bu. Yüzlerce farklı bilim dalı sahnelenecek. Sahnelenmeye devam da edecek. Yenileri eklenecek. Yüzlerce dil, binlerce insan, on binlerce şehir, milyonlarca bitki, milyonlara hayvan… Her şeyi bilmeye çalışmak, her konuda bir şey söyleme derecesinde olmak için tek yapmamız gereken şeyi, yaşamın kendisini bu denli kendimizden uzak tutmamız ne kadar akıl kârı? Hiçbir şeyin bilincinde olmamak, bir şeyleri bilmemek, varlığından bile haberdar olmamak isterdim. (Çok da bir şey bildiğim de yok aslında.) Ne diye dinlemedim ki? Ne diye kendimi altından kalkamayacağım bu çileye baştan sona bulaştırdım ki? Ne diye birkaç günlüğüne iyi hissedebilmek için ömür boyu kendimi steril bir yalnızlığa ve sonu gelmez çelişkilerle boğuşma derdine düşürdüm ki? Binlerce soru ve tek bir cevap, o da yine bir soru şeklinde oysa: peki ya sonra? Bunu da bildin, buna da şahit oldun, bunu da gördün, buna da hakim oldun; peki ya sonra? İşte bin yıllardır var olan o soruyu sorulmuş ve sorulacak bütün sorulara cevap olarak öneriyorum: peki ya sonra? Her şeyin sonunda, her şey bitecekken, her azalmak üzere çoğalırken -bir şey yasasıydı bu - her şey yok olmak üzere var olurken ne diye bu sonsuz döngünün bir parçası olmama savaşım? Ben de diğer her şey ve herkes gibi ne diye yazgıma yenik düşmemek için savaşıyor gibi yapıyorum? Ne diye kaybedeceğimin başta belli olduğu bu savaşı kazanma ihtimalinden bahsediyorum? Kimi buna inandırmaya çalışıyorum?
Sonsuz bir sonsuzluğun içinde sonlu bir yaşam, ne ifade eder ki? Ölümden bahsetmeliyiz. Var olandan, geçmişten, gelecekten, düşlerden değil; var olduğunu bildiğimiz ama kendi mevcut bilincimizle kavrayamadığımız o kaçınılmaz sondan bahsedelim artık. Kahramanlarımız ölümsüzler değil hiç yaşayamamışlardan olmalı. Gündemimiz yaşam değil hep ölüm olmalı. Süslü cümleler bir ölüyü etkilemez. Süslü cümlelerden uzak durmalıyız. Gerçek, soğuk ve karanlık eşlik etmeli tüm sıcak renklere, kahkahalarımıza aniden çökmeli o soğuk ve dişsiz ağzıyla ölüm. Mevsimlerin tek bir adı olmalı, ölüm kışı. Dünyayı karanlığa boyamalıyız. Her şeyin canını alacak bir şey bulmalı ve hepimiz ona tapmalıyız, yaşarken değil ölmüşken.
Dünyayı kurtarmak isteyenlerdir asıl dünyaya bu çukuru kazanlar. Dünya sizin onu kurtarmanızı istemedi belki de. Ne diye yaşanmış acıları kendi acılarınız gibi pişirip pişirip önümüze koyuyor, servis ediyorsunuz? Dünya siz, kendini kurtarıcı ilan etmişler yüzünden duracak bir gün. Çok yakında.

Biliyor olma isteğimize yenik düşüyor bilme, öğrenme isteğimiz. Her şeyin sonunda, peki ya sonra?

Yazarın Diğer Yazıları