Yasin Aktay

Kaşıkçı'nın ruhu katillerini rahat bırakmıyor: Arap Dünyası İçin Demokrasi Zamanı

Yasin Aktay

Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suuudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda öldürülmesinin üzerinden iki yıl geçti. 2 Ekim’de bu korkunç olay yeniden hatırlanacak, dünyanın bir çok yerinde Kaşıkçı anısına bir çok etkinlik, toplantı düzenlenecek. Mesela Zürih Film Festivali’nde Akademi ödüllü Amerikalı yönetmen Bryan Fogel’in Kaşıkçı’yı ve cinayeti konu alan Insident isimli filminin gösterimi yapılacak. Film ABD’de de Aralık ayında sunulacak. Aynı günlerde Türkiye’de de galası yapılarak gösterime girecek. Zürih’teki sunumda Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz ve dostları da konuşmalar yapacak.

Kaşıkçı için en anlamlı etkinlik ise onun öldürülmeden önce Amerika’da kurmuş olduğu Democracy for the Arab World Now (Arap Dünyası İçin Şimdi Demokrasi – DAWN) isimli derneğin 2 Ekim itibariyle resmen faaliyete geçecek olması. Kaşıkçı bu derneği çok önemsiyordu ve hayatının bundan sonraki kısmını tamamen bu derneğin ifade ettiği faaliyetlere adamaya kararlıydı.

Yıllarca Kraliyet ailesiyle iyi ilişkileri olan Kaşıkçı’nın buna rağmen son zamanlarda oluşan sorunları asla kişisel değildi. İlişkilerinin iyi olduğu dönemlerde bile bir monarşik yapıyla hareket ettiğinin farkındaydı Kaşıkçı ve ülkesiyle ilgili temennileri, talepleri hiçbir zaman maksimalist olmamıştı. İfade özgürlüğünden bile son zamanlarda umudunu kesmiş, hiç olmasa konuşmama özgürlüğü isteme noktasına bile gerilemişti. Oysa ülkesinin bütün monarşik kurallarını dahi hiçe sayan veliaht prens için konuşmama özgürlüğü bile yoktu. Herkes onun yaptıklarına medhüsenalarda bulunmak zorunda olacaktı.

Bu saatten sonra taleplerinde maksimalist olmamanın bir fayda getirmediğini gören Kaşıkçı, artık açıktan kendi ülkesi için de bütün Arap dünyası için de şimdi demokrasi zamanı olduğunda karar kılmıştı.

Doğrusu bu konuda sürecin bilhassa ve öncelikle kendi ülkesinin dönüşümünden geçtiğini düşünüyordu, çünkü Arap dünyasında demokrasiye karşı direnişin en güçlü odağının kendi ülkesi olduğunu görüyordu. Suudi Arabistan maalesef Arap dünyasının demokratikleşememesinin, insan hakları ihlallerinin, darbelerin ve diktatörlüklerin en büyük sebebi. Mısır’ı tarihinin en karanlık, en akıl dışı günlerine sürükleyen darbeyi destekledi, sonradan oluşan darbe rejimini de desteklemeye devam etti. Yemen’de bir şekilde gerçekleşmiş ve devamı halinde Yemen’i gerçek anlamda ihya edecek diyalog ortamına karşı yaptırdığı darbe Yemen’in çıkışı çok zor hale gelmiş olan kaosa sürüklenmesini beraberinde getirdi. Suriye, Irak, Sudan, Somali, Libya gibi ülkelerdeki rollerini saymıyoruz bile.

Hiçbir ülkede ne Suudi Arabistan ne de bugünkü en büyük müttefiki olan Birleşik Arap Emirlikleri’nin kurucu, yapıcı, onarıcı bir arayışları ve işleri yok. Hep yıkım ve sürekli kaos düzeni oluşturarak çalışan bu siyasetin aslında son bedelini de hızla ödemeye doğru koşuyorlar. Hemen görünen bedel iyice ayyuka çıkan bu siyasetin bir bedeli de İslam dünyasının halkların nezdinde tam bir nefret ve antipati konusu haline gelmiş olmaları.

Bugün bu siyasetler yüzünden Arap dünyası, kendi vatandaşları açısından yaşanamaz hale gelmiş durumda. Dünyada en fazla silahlanan ülkeler, silaha en fazla kaynak aktaran ülkeler Arap ülkeleri ama bu silahları hiçbir zaman Arap-olmayan insanlara karşı kullanmıyorlar. Birbirlerine karşı kullandıkları bu silahlar yüzünden sürekli Araplar ölüyor.

Bu silahlanmada da bu savaşlarda da Arap halklarının hiçbir dahli yok. Kararı tamamen yöneticiler veriyor, kavgayı da onlar kendi halklarının canları, onurları, rahatları pahasına yürütüyorlar. Tam da bu yüzden yaşanamayacak hale gelmiş olan Arap ülkelerinden sürekli Arap olmayan bölgelere doğru bir sığınmacı akını oluşuyor. Esasen sadece bu durum bile Arap ülkelerinin yöneticileri için Arap Birliği için bir utanç vesilesi olmalı. Türkiye’ye veya Avrupa ülkelerine sığınan her bir mülteci, beraberinde kaçtığı ülkenin yöneticilerinin meşruiyetini de beraberinde getiriyor.

Halihazırda Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri zindanlarında on binlerce insan düşüncelerinden veya siyasi konumlarından dolayı en zor şartlarda, hiçbir denetimi bulunmayan kötü muamelelere tabi olarak tutuklu bulunuyor.

Kaşıkçı Arap dünyasının çektiği acıları iliklerine kadar hissediyor ve buna çare bulmaya çalışıyordu. Çarenin halkların iradesinin özgürleştirilmesinde, yani demokraside olduğunu çok iyi görüyordu. Bunun için bir grup arkadaşıyla ölümünden kısa süre önce kurduğu derneğin ölümünün ikinci yılında, onun misyonunu daha anlamlı hale getirmek üzere faaliyete geçirilmesi çok önemli.

Bu amaçla dün derneğin yöneticisi Sarah Leah Whitson’un, Suudi Arabistan’da tutuklu alimlerden Salman el-Awde’nin oğlu Abdullah el-Awde’nin (D-Delaware), ABD Dış İlişkiler Senatosu Komitesi üyesi Senatörü Chris Coons’un katılımıyla gerçekleşen bir toplantıyla dernek faaliyetlere başladığını duyurdu.

Dernek Arap ülkelerindeki insan hakkı ihlallerinin kapsamlı belgelerini oluşturup araştırmacılar, akademisyenler, aktivistler ve politikacılar için bir kaynak görevi görecek.

Ayrıca, hükümetlerinin suiistimallerini mümkün kılan ancak uluslararası toplum tarafından bilinmeyen hükümet görevlilerinin - gardiyanlar, sorgulayıcılar, işkenceciler, savcılar, hakimler - kimliklerini de açığa çıkaracak.

Kaşıkçı her ne için öldürüldüyse, ölümüyle gücü de, etkisi de, kendisini öldürenlere zararı da daha fazla arttı. Daha önce söylemiştik, Kaşıkçı’nın ruhu katillerini rahat bırakmıyor, bırakmayacak.

Yazarın Diğer Yazıları